

Herkes daha zeki olmak ister. Daha yetenekli, daha hızlı, daha mutlu, daha üretken… Tek şartı; iyi bir beyin sahibi olmak. En nihayetinde 1,4 kilogram ağırlığında olmasına rağmen, isterse sadece bedenimizi değil, eşyaları, insanları bile yerinden oynatma gücüne sahip mucizelerle dolu bir sistemden bahsediyoruz.
Peki nasıl oluyor da beynimizi iyi kullanamıyoruz? Niye her istediğimizi, istediğimiz hızda öğrenemiyoruz? Niye bazılarımız şahane bir beyne sahipken, niye her isteyen çok başarılı, yetenekli ve akıllı olamıyor? Formülü var mı ya da ameliyatı? Hepsinin bir yanıtı var… Beyin ve Sinir Cerrahı Prof. Dr. Kemal Yücesoy, iyi ve kaliteli bir beynin sırlarını anlattı. En şaşırtıcısı da akıllı bir beyin için cerrahi müdahaleye yeşil ışık yakması oldu…
- Beynin şifrelerini çözebildik mi? Yoksa, tüm tıbbi ve teknolojik ilerlemelere rağmen, hala bilinmezlerle mi dolu?
Beynin yapısının kompleksliği doğrudan nöron sayısı ile bağlantılı. Nöron sayısı arttıkça daha kompleks bir hal alıyor. Bir solucanın sinir sistemi 300 nörondan oluşurken, insan beyninde yaklaşık 100 milyar nöron var. İnsan beynindeki her nöronun diğerleri ile yaklaşık 10-15 bin konnektomu (nöronlar arasındaki bağlantılar) olduğunu da düşünürsek, yapının ne kadar kompleks olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Dolayısıyla, hala bir sürü bilinmez mevcut, evet… Ancak 1970’li yıllarda 300 nöronlu solucan beyin bağlantılarının görüntülemesi ile başlayan bir süreç, şimdilerde 20 milyon nöronu olan meyve sineğinin beyin konnektomlarını çözmeye kadar geldi. Her gün bir adım öteye giden çalışmalar mevcut. Zamanla daha fazla sayıda nöronun konnektom bağlantıları ve işleyişleri ortaya çıkacak. Önümüzdeki yıllarda bu kompleks yapının sırlarını daha iyi kavrayabileceğimizi düşünüyorum.

- Beynimizin gerçekten sadece yüzde 10’unu mu kullanıyoruz?
Bu maalesef çok yanlış bilinen, çok da sık kullanılan bir şehir efsanesi. Aslında işin başlangıcı 1890 yılında Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmaya dayanıyor. “Rezerv Enerji Teorisi” başlıklı bu çalışmada, IQ değerinin maksimum 250-300 olacağı ve insanların sadece yüzde 10’unun bu rakama erişebileceği sonucuna ulaşılmıştı. Buradaki yüzde 10 rakamı da, kulaktan kulağa “Beynin yüzde 10’unu kullanılıyoruz” yanlış yorumlamasına neden oldu. Oysa, 1908 yılında Amerikalı fizyolog ve filozof William James “The Energies of Men” başlıklı kitabında beynin sadece bir kısmını kullandığımızı yazdı. Gerçek anlamda yüzde 10 rakamını ise 1936 yılında Dale Carnegie “Dost kazanma ve insanları etkileme sanatları” isimli kitabının önsözünde kullandı. Oysa EEG elektrotları ile beynin her bir noktasından sinyal alıyoruz. Fonksiyonel MRG’lerde en basit işlem sırasında bile beynin birçok merkezinin çalıştığını görüyoruz. PET tetkiki sırasında verdiğimiz işaretli glukoz; beynin tamamı tarafından kullanılıyor. Üstelik cerrahi operasyonlarda beynin birçok bölgesini çıkarmamıza rağmen beynin kalan kısımlarının fonksiyonlarını sürdürmesi beynin asla yüzde 10’unu kullanmadığımızı kanıtlıyor.
- Beynimizin tamamını mı kullanıyoruz o zaman?
Buna da cevabım hayır. Her ne kadar tüm bölgelerini kullansak bile, beyni tam kapasite ile çalıştırmıyoruz. Eğer bir gün beyni tam kapasite ile kullanacak olsak; oturduğumuz yerden tüm nesneleri hareket ettirebilir, uzaktan kumandaları dahi beynimizle uzaktan kumada edebilirdik. Konnektomlarımızı uzaya yollayıp evreni keşfedebilir, üstelik emir vererek vücudumuzun her noktasını kontrol edebilirdik. Tüm vücudumuzu kontrol edebilmek başlangıçta kulağa hoş gelse de “hadi kalbim sen dur” diyerek kalbimizi durdurabilmek veya “Dur bir nefes almayayım”, “Hadi şimdi nefes alayım” diyerek bile kendimizi soluksuz bırakabilmek, biraz ürkütücü gelmiyor mu?
- Doğru şekilde yönetme becerisine sahip olsak belki… Peki beynimiz nasıl oluyor da bu kabiliyetlere sahip olabiliyor, bedeni nasıl yönetiyor?
Beynimiz aslında aldığı kararların birçoğunu hiç düşünmeden, kendine has özel yöntemler ve kısa yollar kullanarak alır. Burada esas rolü oynayan “ilkel beyin” dediğimiz beynin derinlerinde bulunan “hipotalamus”tur. Burada kendini koruma, türün sürdürülmesi, yemek yeme gibi temel duygularımız var. Buranın üzerini örten ve kabuk denilen “korteks” kısmı ise daha sonra edinilen, öğretilen, yaşanılan deneyimlerin kaydedildiği yer… En derinden en üste kadar var olan bilgiler; nöronların konnektomlar aracılığı ile bağlantılar kurup eyleme dönüşüyor. Ve beyindeki nöronlar ve konnektomlar aracılığı ile “zihin” oluşuyor. Asıl olan ve bizi yöneten de zihindir!

- Her beyin düşünür mü? Her beyin yönetir mi?
Tabi ki her beyin düşünür, her beyin yönetir. Ancak temel duygular dışındaki davranışlar doğal olarak yaşanılan, görülen, deneyimlenen şeylerin miktarı ile doğrudan bağlantılıdır. Üst beyin de diyebileceğimiz kabuk kısmı eğitimli kısım olup, düşüncelerin eyleme dönmesinde bir süzgeç görevi görür.
HERKESTE İYİ BİR BEYİN VAR AMA DOĞRU KULLANILMIYOR
- Her beyin düşünme beceresine sahip ise; nasıl oluyor da bazılarımız daha akıllı, daha mutluyken, bazılarımız daha az akılı ya da mutsuz olabiliyor?
İnsan beyninin “cut-copy” yani “kes-yapıştır” özelliği vardır. Çocukluk döneminde- özellikle ilk 6 yaşa kadar- yaşananlar doğrudan kopyalanıp, kaydedilir. Bu dönemde iyi bakılan, sevgi gören, vücudu ve ruhu iyi beslenen çocuklar doğal olarak ileri dönemlerde daha mutlu, sevgi dolu ve aldığı eğitim doğrultusunda da bir o kadar bilgi sahibi ve akıllı olurlar. Burada atlanmaması gereken bir nokta da doğumdan gelen zeka… Zeka düzeyi arttıkça beyinde protein sentezi artıyor, bu da daha çok dallanma ve “konnektom”lar oluşmasını sağlıyor. Bağlantı miktarı arttıkça öğrenme kolaylaşır, başka bir deyimle “kayıt” hızlanır. Bir başkasının 5-6 kez deneyimleyerek öğrendiğini, zeki bir beyin 1-2 kerede öğrenebilir.
- Bizi biz yapan çocukluğumuz ve ilk öğrendiklerimiz mi o zaman? Genlerimiz ne kadar etkin?
İnsan beyninin “zihin” oluşturmasında yüzde 30 genetik, yüzde 70 çevresel faktörler rol oynar. Başlangıçta nöron sayısı ne olursa olsun, yaşamsal fonksiyonların çeşitliliğini sağlayan; konnektom miktarıdır. Bir beyinde ne kadar çok konnektom varsa, o kadar çok fonksiyon var demektir. Bunu sağlayan en önemli kilit; deneyimlerimiz. Hepimizin artık çok iyi bildiği “10 bin saat deneyim, sizi usta yapar” sözü ne kadar önemli bir öğreti… Yine Prof. Dr. Aziz Sancar da “Çoğu insan zekaya inanır, ben inanmıyorum. Bizi birbirimizden ayıran emektir, ben çalışmaya inanmıyorum” diyerek, öğrenme sürecinin önemini anlatıyor.
- Beyni doğru kullanmak mümkün mü? Ne yapmak, nasıl çalıştırmak, neyi öğretmek lazım?
Çok doğal olarak herkes beynini yeterince doğru kullanamıyor. Genetik ve üzerine eklenen çevresel faktörler beynin doğru kullanılıp, kullanılmaması ile doğrudan bağlantılı. Burada iki önemli şey var: Birincisi konnektom denilen bağlantıların sayısını artırmak, ikincisi de tekrarlar yaparak kaydı artırmak; yani “belleği” güçlendirmek. Burada özellikle temel duyguları yöneten ilkel beyinin bulunduğu hipotalamus bölgesi büyüyor. Bu bölgeyi büyüten dış etkenlere de “beynin gübreleri” diyoruz.
CERRAHİ UMUT VAR
- Beyni kullanmadığımızda küçülüyor mü?
Kesinlikle evet. Öncelikle tek başına, asosyal olarak yaşayan kişilerin beyinleri normal popülasyona göre daha küçük çıkıyor. Aralık 2019 New England Journal’de yayınlanan çok yeni bir çalışma var; Antartika’da Neumayer III isimli bir araştırma istasyonunda çalışmak üzere 14 ay geçiren bilim adamlarına dönüşlerinde MR çektiler. Beyinlerinde küçülme saptandı. Küçülme en belirgin olarak ilkel beyin dediğimiz ve ana kayıtların yapıldığı “hipotalamus” bölgesinde izleniyor. Makalede, beyindeki küçülmenin en önemli sebebi olarak da “monotonluk” gösteriliyor.
- Çok kullanılan, iyi ve kaliteli bir yetişkin beynini nasıl anlarız? Zeka testleri şart mı?
Zeka testleri çok doğal olarak bilgi ve deneyimlerimizi gösterir. Ama kaliteli beyinin göstergesi çok farklı. İlkel beynin üzerinde yer alan korteks kabuğu deneyimlerle gelişiyor. Sanat, okumak, sosyal aktiviteler, mesleki kazanımlar mesela çok etkili. Bu kabuk ne kadar kalın, nöronlar arasındaki bağlantılar ne kadar fazla ise; hayattan alınan zevkler artıyor ve gelişiyor. Son yıllarda manyetik rezonans görüntüleme (MRG) tekniklerinin gelişmesi ile beynin aktiviteleri hakkında daha kolay bilgi edinebiliyoruz. En basiti korteks ve hipotalamus kalınlığının ölçebiliyoruz. Fonksiyonel MRG ile beynin aktivitelerini görebiliyoruz, beynin fonksiyonel patikalarını inceliyoruz, beyin haritalarını çıkarıyoruz. Önümüzdeki dönemde bu konuda daha keskin bilgilere sahip olacağımız açık.

- Beynini iyi kullanmayanlar için gelecekte cerrahi bir umut var mı? Ameliyatla zeka sahibi olunur mu mesela?
Buna da cevabım evet! Aslında uzunca bir süredir “Fonksiyonel Beyin Cerrahisi” başlığı altında beyine küçük küçük müdahaleler yapıyoruz. Başlangıçta Parkinson hastalarında küçük bir delik aracılığı ile sorunlu olduğunu düşündüğümüz beyin noktalarına ulaşıp buraları yaktık ve özellikle ellerdeki titremeleri önledik. Çok başarılı sonuçlar elde ediyoruz. Sonra başta obsesif-kompülsif (saplantılı zorlayıcı düşünceler) gibi vakalar olmak üzere bir çok psikiyatrik bozukluğu olan hastada yine benzer lezyonlar oluşturularak tedavilerini yapabiliyoruz. MR teknolojisi geliştikçe, beyin tümör ameliyatlarını dahi fonksiyon yapan alanlara zarar vermeden sonuçlandırmaya başladık. Son dönemde görüntülenmeye başlanan konnektomlar ile rutin cerrahimiz bambaşka bir boyuta taşındı. Artık bu bağlantılarda yapılacak küçük oynamalar ile bazı yetenekler daha kolay ortaya çıkacak veya belki de olumsuz davranışların önü açılabilecek. Göreceğiz…
KUTU: İŞTE BEYNİN GÜBRELERİ
Prof. Yücesoy, kaliteli bir beynin ihtiyaçlarını ve şartlarını şöyle sıralıyor:
Kaliteli uyku: Biliyoruz ki beyne yani hard-disk’e kayıt uyku sırasında oluyor. Bu nedenle çocukta 11-12 saat, erişkinde 8-9 saat uyku belleği güçlendirir.
Zenginleştirilmiş çevre: Mesleki deneyim arttıkça bellek o kadar güçlü oluyor. Örneğin bir beyin cerrahının binlerce ameliyat yapması, yani her tür sorunu deneyimlemiş olması hakimiyetini ve becerisini artırır.
Sosyal ağ: İnsan ne kadar çok ve derin ilişkileri olan bir sosyal ağda yaşarsa, beyni de o kadar çok güçlü bir bağ yaratıyor. Yapılan uzun süreli çalışmalarda 50 yaşına gelip güçlü bir sosyal ağ, iyi bir aile, bir eş sahibi olan kişilerde Alzheimer olma oranı çok düşük bulundu.
Beslenme: Beyin yaklaşık 1,5 kilo ağırlığına rağmen vücuda giren besine bağlı olarak enerjisinin yaklaşık yüzde 25’ini tüketiyor. Bu nedenle iyi beslenme çok önemli.
Fiziksel aktivite: Yeni bir şey öğrendikten sonra egzersiz yapanlar daha iyi hatırlıyor.
Stres: Hafif düzeyde stres; öğrenmeyi pozitif olarak etkiliyor. Fazla stres hem öğrenmeyi zorlaştırmakta hem de depresyon eğilimini artırarak öğrenme isteğini azaltıyor.
Beyin egzersizleri: Akronim, parçalara bölme, beyni şaşırtma (diş fırçalarken el değiştirmek, her gün gidilen yolu değiştirmek gibi), fotoğraf çekme, bulmaca çözme beyni sürekli aktif tutar ve kanlanmasını artırır.
Rahatlama: Meditasyon, mildfulness, Japonların yaptığı gibi çay içimini bile bir seremoni şeklinde uzun saatlere yayması gibi alışkanlıklar beynin aldığı bilgileri sindirmede yardımcı oluyor.